18 Mart 1999, Perşembe


 

Nusret'in kaderi 

Ali İNSELEL 

Bugün bütün dünyaya ‘‘Çanakkale geçilmez’’ dedirten Çanakkale Zaferi'nin 84'üncü yıldönümü. Tarihin dönüm noktalarından biri olan Çanakkale Zaferi'ni yine görkemli bir şekilde kutlayacak, şehitlerimizi, gazilerimizi, bu vataını bize armağan edenleri en güzel şekilde anacağız. Ama arada ne yazık ki zamana yenik düşen ve unutulanlar da var. Nusret Mayın Gemisi gibi... Ali İnselel, çocukluğunun Nusret'ini özlemle anarken, İngiltere'de gördüğü Belfast adlı savaş gemisini örnek göstererek bir öneride bulunuyor: ‘‘Niye 18 Mart 2000'de, Çanakkale Zaferi'nin 85'inci yıldönümünde Nusret de hazır bulunmasın?..’’

Yıl 1958. Gölcük'teyiz. Henüz 8 yaşındayım ve arkadaşım Bumin'le, hayranlık içinde iskeleyi seyrediyoruz. İskele, sanki hemen solunda kalan Poyraz Rıhtımı'na bağlı sonuncu savaş gemisi ‘‘Hamidiye’’ kruvazörünün heybetli gölgesine sığınmış gibiydi. Hamidiye Kruvazörü, diğer tarafındaki ‘‘Yavuz’’ Zırhlısı ile birlikte bu son duraklarında yılların yorgunluğunu çıkarırcasına öylesine sessiz ve mağrur, akıbetlerini bekliyorlardı. Bu arada Hamidiye ile Demir İskele'nin baş hizasında kalan kısımda Hamidiye Kruvazörünün bordasına yaslanmış Çanakkale'de büyük ün yapmış küçük bir gemi daha vardı ki o da ‘‘Nusret’’ mayın gemisinden başkası değildi.

ZAMANA YENİK DÜŞTÜ

Yıl 1976 babam emekli olup İstanbul'a yerleşeli onaltı yıl olmuştu. Yüksek tahsilimi tamamladıktan sonra, askerliğimi yedek subay olarak Deniz Kuvvetleri'nde yaparken Gölcük'te bulunuyordum. Donanma büyümüş, o günkü Poyraz rıhtımına sığamamış, Poyraz rıhtımı İzmit'e doğru genişlemiş, ne Demir İskele ne de Gölcük vapur iskelesinden bir eser bırakmıştı. O tertemiz lacivert suların yerini sarı-yeşil renkli bir garip su almış, birçok yere ‘‘Denize girmek tehlikeli ve yasaktır!’’ yazılı uyarı tabelaları yerleştirilmişti. Bir döneme imzasını atan Yavuz Zırhlısı, Hamidiye Kruvazörü, Nusret Mayın Gemisi birçokları gibi, zamanın acımasız çarkları arasında kaybolup gitmişti.

BİR DE BELFAST’A BAK

Yıl 1996. İstanbul'dan çok uzaklarda, uzun yıllardır Londra'da yaşayan bir arkadaşımın evinde misafer olarak bulunuyordum. O akşam arkadaşımın verdiği bir broşürden, ertesi gün şehir merkezinde gezebileceğim yerleri belirlerken, krokiden Thames ırmağı üzerinde demirlemiş görünen savaş gemisi ‘‘HMS Belfast’’ ilgimi çekti. Arkadaşıma sorunca geminin İkinci Dünya Savaşı'na katıldığını, müze haline getirilmiş eski bir savaş gemisi olduğunu, istersem gidip gezebileceğimi öğrendim. Ertesi gün bulutlu ve rüzgárlı bir havada erkenden metro ile Tower Bridge'e gittim. Londra'nın kuleleri ile meşhur tarihi nehir köprüsünü yüreyerek geçerken, hemen sağ tarafımda köprüye takriben 200 metre mesafede majestelerinin savaş gemisi ‘‘HMS Belfast’’ ile karşılaştım. Giriş ücretini ödeyip, gemiyi tanıtan kitapçığı aldıktan sonra ince bir köprüden geçerek, geminin arka güvertesine çıktım. Elimdeki kitapçığı karıştırmaya başladım.

ESKİ GÜNLER EKRANDA

‘‘HMS Belfast’’ 1938 yılında Belfast'taki Harland & Wollf tersanelerinde denize indirilmiş, 1939 yılında Kraliyet donanmasına amiral gemisi olarak katılmış, Gemi İkinci Dünya Savaşı sırasında birçok deniz savaşına katıldıktan sonra, 1950'de Kore savaşına da katılmıştı. 1963 yılında görev dışı bırakılmış, 1971 yılında müze gemi olarak ziyarete açılmıştı. Gemide özürlüler için ezel asansör, tekerlekli sandalye platformları ve tuvaletler bile düşünülmüştü. Ayrıca kafeteryadan kiliseye, ameliyathaneden dişçiye, postaneye kadar gezip görülecek birçok yer vardı. Gemide kötü hava sebebi ile benden başka birkaç meraklı dışında kimseler yoktu. Güvertedeki yön gösteren işaretleri takip ederek gezintime başladım. Her şey mükemmeldi Güverteye aralıklarla konulan televizyon monitörlerinde geminin faal olduğu dönemlerde katıldığı çarpışmaların siyahbeyaz filmleri bile oynatılıyordu. 

NASIL KIYABİLDİK

Başta 1994 yılında 83 yaşında kaybettiğim babam Dz.Mk.Kd.Alb. Abdürrezzak İnselel, 1940 yılında yaşama veda etmiş olan İstiklal savaşı gazisi dedem Dz.Miralay Eyüp Yardım ile ebediyete intikal etmiş silah arkadaşlarının ve tüm deniz şehitlerinin ruhlarına, ellerimi Londra semalarına açıp gönlümün derinliklerinden bir Fatiha göndermeyi borç bildim. Kendi kendimize daha da önemlisi geçmişimize nasıl bu kadar haksızlık yapabildiğimizi düşünerek kahroldum. Her ne kadar Birinci Dünya Savaşı'nı görmüş bir Yavuz'u, bir Hamidiye'yi ekonomik gerekçelerle koruyamamış olma mazeretine sığınsak da, o küçük, küçücük Nusret'e nasıl kıyabildiğimizi hálá anlayabilmiş değilim.

NUSRET’TEN KALANLAR

Yıl 1999, güneşli bir şubat günü Nusret'i daha yakından tanımak için Beşiktaş'taki Deniz Müzesi'ne gitmiştim. Birinci katın solundaki büyük salonun küçük bir köşesi ona ayrılmıştı. Nusret'ten sökülmüş dümen dolabı, makine telgrafı ve ışıldak ön planda sergilenmişti. Duvardaki bir çerçevenin içinde 1940 yılında aslına uygun yeniden çizilmiş 1/50 ölçekli bir planı asılmıştı. Sağ tarafta takriben 70 cm. boyundaki bir maketi cam fanus içinde korumaya alınmıştı. Maket üzerindeki bilgilere göre Nusret 1910 yılında Almanya'da inşa edilmiş, 40 metre boyunda, 7.50 metre genişliğinde 360 tonluk mayın dökücü bir gemiydi. Saatte 12 mil hız yapabiliyordu. Sol taraftaki bir platformun üzerinde eski ve yeni isim plakaları duruyordu. Onun altındaki bir plakanın üzerine savaş hikáyesi yazılmış, savaş sonrası hediye edilen eski yazı flaması duvara asılmıştı. Bunun altında, gemi kumandanı Kd.Yzb. Hakkı Bey'in yağlı boya bir portresi sergilenmişti.

VE BİR ÖNERİ...

17 Mart 1915 gece yarısından sonra Çimenlik iskelesinden aldığı 24 adet mayını Kd.Yzb. Hafız kaptanın kılavuzluğunda, Kd.Yzb. Hakkı Bey'in komutasında Kepez maniasını geçtikten sonra Erenköy yönünde ilerlerken Boğaz'ın karanlık sularına bırakarak ertesi sabah, tarihin akışını değiştiren Nusret'ten geriye kalanlar hemen hemen bunlardı. 18 Mart 1915 sabahı Boğaz girişinin temiz olduğunu sanarak saat 08.05'te yoğun bir bombardımanın ardından Boğaz'dan giriş yapan dev armadanın o görkemli zırhlılarından Bouvet, Inflexible, Irresistable ve Ocean'ı safdışı bıraktırarak deniz harp tarihimize unutulmaz bir zafer kazandıran Nusret'e verdiğimiz değer maalesef bu kadardı.

21. yüzyıla gün saydığımız bugünlerde Avrupalı muhtelif ülke şirketlerinden oluşan bir konsorsiyumun MS. 1323 yılındaki bir depremde yıkılan Mısır'daki İskenderiye fenerini bugün aynı ölçülerde yeniden inşa ederek yerine koyma çabalarını basından biraz hayret biraz da kıskançlıkla izlerken; neden Nusret de yeniden yapılmasın? Yüzer müze olarak Çanakkale'de sergilenmesin diye düşünüyorum ve herkesi ona olan vefa borcunu ödemeye davet ediyorum.

Kimbilir? Belki 18 Mart 2000'de Çanakkale zaferinin 85. yıldönümünde o günkü üniformaları içerisindeki gemi personelinin yönetiminde aynı rotada seyir edebilir, monitorlardan savaşın bilgisayarla canlandırılmış animasyonunu sıcak çaylarımızı yudumlayarak izleyebiliriz.